
İSTİKLAL MARŞI
Ulusların beraberlik ve
bir olma duygularını yansıtan marşlardır, millî marşlar...
Her ulus kendi millî marşını belirli tarihî olaylar sonucu elde etmiş, ama hiçbiri İstiklal Marşı' mız gibi Türk Ulusu'nun karakter ve geçmişini birebir yansıtan özellikte olmamıştır.
İstiklal Marşı'mız; simgelediği bağımsızlık mücadelesinin büyüklüğünün yanı sıra, haksızlığa uğramış, ezilmiş uluslara örnek olma özelliğinden dolayı da ayrı bir değer taşır. Ulusumuz, esaret ve köleliği kabul etmeyen bir yapıya sahiptir.
Her ulus kendi millî marşını belirli tarihî olaylar sonucu elde etmiş, ama hiçbiri İstiklal Marşı' mız gibi Türk Ulusu'nun karakter ve geçmişini birebir yansıtan özellikte olmamıştır.
İstiklal Marşı'mız; simgelediği bağımsızlık mücadelesinin büyüklüğünün yanı sıra, haksızlığa uğramış, ezilmiş uluslara örnek olma özelliğinden dolayı da ayrı bir değer taşır. Ulusumuz, esaret ve köleliği kabul etmeyen bir yapıya sahiptir.
Özgürlük ve bağımsızlık
temel değerlerimizin başında yer alır. Bu nedenle “İstiklal Marşı”, bizden güçlü
devletlere karşı başkaldırının ve inanılmaz fedakârlıklar sonucu elde edilen
bir zaferin,destanlara sığmaz muhteşem bir öyküsüdür.
Bugün; Kurtuluş Savaşı' mızla
onun yarattığı çağdaş, demokratik, laik cumhuriyet temellerine bir başka
sıcaklıkla sarılmalı, bir başka güçle sahip çıkmalı herkes. Sahip çıkmalı ki,
ulusal marşımızın verdiği mesajı daha iyi algılayıp daha iyi anlatabilelim.
İSTİKLAL MARŞI' MIZIN
YAZILDIĞI KOŞULLAR

Yıl 1921…
"Sakarya Meydan
Savaşı" son hızla devam etmekte...
Düşman Ankara´ya çok
yaklaşmış, top sesleri Ankara içlerinden duyulur hâle gelmiş. Hatta öyle ki,
Ankara’nın boşaltılması bile söz konusu edilmektedir sessizce…
Asker perişandır. Üzerinde
yeterli teçhizat, savaşmasına yetecek malzeme, açlıktan ezilen midelerini
susturacak yiyecek yoktur. İşte böyle buhranlı bir günde; Genel Kurmay Başkanı
İsmet Paşa´nın aklına, ordu ve milleti heyecana, şevke getirecek bir marş
yazılması fikri gelir. Bu düşüncesini Maarif Vekili Dr. Rıza Nur’a açıklar.
Bakanlık bu düşünceyi
benimseyerek para ödüllü bir yarışma düzenler.
Ödül beş yüz liradır.
Yarışmaya tam 724 şiir gönderilir.
Son derece titiz bir
incelemeden sonra ancak altı şiir ilk elemeyi aşar. Aşar aşmasına da hiçbiri
istenen heyecanı yaratacak özellikte değildir.


Bunun üzerine Hamdullah
Suphi; o sırada Burdur milletvekili olan Mehmet Akif'den bir şiir yazmasını
ister. Para ödülü konduğu için Mehmet Akif yarışmaya katılmak istemez.
Zorluklarla ikna edilir sonunda… Kendisine kazandığı takdirde “ödülün hayır
cemiyetlerine bağışlanacağı” sözü verilmiştir çünkü… Bu söz üzerine yazmaya
başlar. Ona göre; “Bu öyle bir şiir olmalıdır ki; Mehmetçik onda tüm benliğini,
bağımsızlık aşkını bulmalı, vatanın bağrına hançer gibi saplanan düşmanla
savaşırken, kutsal bir ayet gibi dudaklarından eksik etmemelidir.”
Böylesine büyük
özelliklere sahip bir şiiri yazmak, hele bu şiir bir millî marş
niteliğinde olacaksa hiç mi hiç kolay değildir.
Mehmet Akif, ulusun içinde
bulunduğu durumu çok iyi özümsediğinden muhteşem bir üslupla tam kırk sekiz
saat içersinde “İstiklal Marşı”nı bitirir. Akif’in şiiri, elemeleri aşmış o
altı şiirle birlikte ordu komutanlarına gönderilir. Askerlerin duyması, okuyup
değerlendirmesi sağlanır.
Mehmet Akif´in şiiri
gönüllerdeki tahta çıkıvermiştir hemen.
Tüm askerin, savaşan o
kahraman insanların dilindedir artık!
Cephede, askerlerin
seçtiği şiirin “İstiklal Marşı” olarak kabul görmesi için “Türkiye Büyük Millet
Meclisi”nde görüşülmesi, milletvekillerinin onayından geçmesi gerekir.
Gereken yerine getirilir
tabii…
O gün, Hamdullah Suphi
Tanrıöver kürsüye çıkıp tüm milletvekillerinin huzurunda okur şiiri… Etki
müthiştir. Hamdullah Bey kürsüden inemez bir türlü.
Şiir; bir daha bir daha
bir daha okutulur.
Sesi gittikçe kısılan
Hamdullah Bey; her okuyuşunda ayakta çılgınca alkışlanmakta, şiirin özündeki
ruh, milletvekillerinin kalpleriyle birleşmiş, bir çığ gibi taşmaktadır
meclisten.
Gün 12 Mart 1921, vakit
öğlenin biraz sonrasıdır. Ulusal marşımız bellidir artık. Büyük şair Mehmet
Akif Ersoy, Türk Milleti'nin duygularıyla asli karakterini o kadar güzel ortaya
koymuştur ki başka hiçbir eser ufak bir şans dahi bulamamış, onunla yarışamamıştır.
Peki, şiir ortaya
çıkmıştır ama bestelenmesi ne olacak, eseri kim marş hâline getirecektir?
Bunun için de kollar
sıvanır hemen.
Hızla bir komisyon
kurulur. Yeni bir yarışma açılır.
Yirmi dört kişi katılır bu
yarışa…
Komisyon çalışmalarını
Mustafa Kemal’de yakından takip etmektedir. Marşın uzunluğunu, halkın
söylemekte zorlanacağını, kısaltma yapılması gerektiğini görmüştür.
Kısaltma yapılırken,
ulusun davasını çok iyi anlatan;
“Hakkıdır hür yaşamış;
bayrağımın hürriyet,
.Hakkıdır Hak’ka tapan
milletimin istiklal !”
mısralarının, “Benim bu
ulustan daima hatırlanmasını istediğim vecizeler işte bunlardır” sözleriyle marştan
çıkarılmamasını ister.
Marş ilk önce, 1924
yılında Ali Rıfat Çağatay'ın bestelediği şekliyle çalınır. Eserde gönüllere
hitap etmekte zorlanan bir şeyler vardır sanki.
1930 yılında beste de,
bestekârı da değişir.
Cumhurbaşkanlığı Senfoni
Orkestrası Şefi OSMAN ZEKİ ÜNGÖR'ün; 1922 yılında, yani tam sekiz yıl önce
bestelediği marş, Türk Milleti'nin gönlünden, diline iner o gün...
Bayrağımızın her
dalgalanışında varlığımızı tüm dünyaya dalga dalga ilan eden İstiklal Marşı'mız;
ulusumuza bağımsızlığını kazandırmak için, canları pahasına mücadele eden, bu
uğurda şehit olan Mehmetçiklerimizle bu büyük mücadelenin öncüsü kahraman
Mustafa Kemal Atatürk ve bu destanı şiir haline getirerek ölümsüzleştiren
Mehmet Akif Ersoy’ un ruhlarına, kalplerimizden koparak ulaşan birer fatihadır
artık.
Ne mutlu o askere!
Ne mutlu o komutana!
Ne mutlu o şaire! Böyle
değerlere sahip olan milletime ne mutlu!..
20 Aralık 1873’de İstanbul’un Fatih ilçesinde doğan
Mehmet Akif, etkin bir din eğitimi görerek küçük yaşta Arapça ve Farsça
öğrendi. 1893’te Mülkiye Baytar mektebini bitirerek Umurı Baytariye ve Islahı
Hayvanat müfettiş muavinliği yaptı.
1901 yılına kadar şiirler yazarak yaşamını
sürdürdü. 1908’de İstanbul Darülfünunu’nda edebiyat dersleri verdi. Aynı yıl
ilan edilen meşrutiyetle ara verdiği şiir yazma işine yeniden başladı.
1912-1913 yılları arasında çeşitli camilere
toplumsal konuları içeren vaazlar verdi. Daha sonra Mısır, Medine ve Berlin’e
yolculuklar yaptı.
1920 yılında Kurtuluş Savaşı’na katıldı. Maarif
vekaletinin açtığı yarışmada birinciliği kazanan yapıtı, İstiklâl Marşı, 12
Mart 1921’de TBMM tarafından ulusal marş olarak kabul edildi.
Daha sonra meclise girerek Burdur
milletvekilliği görevinini yaptı. 1926 yılından sonra Mısır’a yerleşti; 1936’da
yakalandığı siroz hastalığı nedeniyle yurda dönmek zorunda kaldı.
27 Aralık 1936 yılında siroz hastalığı
nedeniyle hayatını kaybetti.
Bütün şiirlerinde aruzu büyük bir ustalıkla
kullanan Mehmet Akif, dinsel, ahlaksal ve toplumsal konuları içeren şiirler
yazmıştır.
Şiirleri ölümünden sonra “Safahat”
adlı kitapta toplanarak yayınlanmıştır.
İSTİKLAL MARŞI ' NIN AÇIKLAMASI
İstiklal Marşı’mızın kıtalarını birer birer inceleyim.
Korkma, sönmez bu şafaklarda yüzen al sancak;
Sönmeden yurdumun üstünde tüten en son ocak.
O benim milletimin yıldızıdır, parlayacak;
O benimdir, o benim milletimindir ancak.
Burada şair, ordumuza ve halkımıza sesleniyor. Onlara korkmamasını, vatanımızın dimdik ayakta kalacağını söylüyor.
Çatma, kurban olayım çehreni ey nazlı hilâl!
Kahraman ırkıma bir gül… ne bu şiddet bu celâl?
Sana olmaz dökülen kanlarımız sonra helâl,
Hakkıdır, Hakk’a tapan, milletimin istiklâl.
Burada şair, bayrağımıza sesleniyor. Ondan sakin kalmasını, milletimize gülümsemesini istiyor. Yoksaa dökülen kanların ona helal olmayacağını dile getiriyor.
Ben ezelden beridir hür yaşadım, hür yaşarım.
Hangi çılgın bana zincir vuracakmış?
Şaşarım! Kükremiş sel gibiyim; bendimi çiğner, aşarım;
Yırtarım dağları, enginlere sığmam, taşarım.
Burada şair, Türk halkını temsilen konuşuyor. Geçmişten beri özgür olduğunu ve hep öyle olacağını söylerken, düşmanlara kafa tutuyor.
Garb’ın âfâkını sarmışsa çelik zırhlı duvar;
Benim iman dolu göğsüm gibi serhaddim var.
Ulusun, korkma! Nasıl böyle bir îmânı boğar,
"Medeniyet!" dediğin tek dişi kalmış canavar?
Burada, zırhlı duvarlarla korunan düşmanlardan korkmamamız, imanımızın da yardımıyla onları alt edeceğimiz söyleniyor. Batı “medeniyetine” gönderme yapılıyor.
Arkadaş! Yurduma alçakları uğratma sakın;
Siper et gövdeni, dursun bu hayâsızca akın.
Doğacaktır sana va’dettiği günler Hakk’ın…
Kim bilir, belki yarın… belki yarından da yakın.
Burada asker, kahraman askerimize gerekirse gövdesini siper etmesini, düşmanların yurda sokulmaması gerektiğini söylüyor.
Bastığın yerleri "toprak!" diyerek geçme, tanı!
Düşün altındaki binlerce kefensiz yatanı.
Sen şehîd oğlusun, incitme, yazıktır atanı;
Verme, dünyâları alsan da bu cennet vatanı.
Burada savaştan sonra gelecek nesle bir öğütte bulunuluyor. Üzerine bastığı toprağın altında gömülü olan şehitleri düşünmesini, onları incitmemesi gerektiğini söylüyor.
Kim bu cennet vatanın uğruna olmaz ki fedâ?
Şühedâ fışkıracak, toprağı sıksan şühedâ!
Cânı, cânânı, bütün varımı alsın da Hudâ,
Etmesin tek vatanımdan beni dünyâda cüdâ.
Burada, vatanımızın güzelliği anlatılıyor. Onun için tüm halkın canını feda edeceğini belirtiyor.
Ruhumun senden, İlâhî, şudur ancak emeli:
Değmesin ma’bedimin göğsüne nâ-mahrem eli!
Bu ezanlar-ki şehâdetleri dînin temeli
Ebedî yurdumun üstünde benim inlemeli
Burada, okunan ezanların dinmemesinin, vatana düşmanların girmemesinin gerektiği vurgulanıyor.
O zaman vecd ile bin secde eder –varsa- taşım;
Her cerîhamdan, İlâhî, boşanıp kanlı yaşım,
Fışkırır rûh-i mücerred gibi yerden na’şım;
O zaman yükselerek Arş’a değer, belki başım.
Burada şair, vatana yaban eli değmediğinde eğer ölmüşse ve mezarının başında bir taş bulunuyorsa, o taşın bin kere secde edeceğini; dolayısıyla cesedinin ruh gibi arşa çıkacağından söz ediyor.
Dalgalan sen de şafaklar gibi ey şanlı hilâl;
Olsun artık dökülen kanlarımın hepsi helâl.
Ebediyen sana yok, ırkıma yok izmihlâl,
Hakkıdır, hür yaşamış bayrağımın hürriyet;
Hakkıdır, Hakk’a tapan milletimin istiklâl!
Burada yeniden bayrağa sesleniliyor. Bayrağın dalgalanması, onun için dökülen kanların hepsinin helal edildiği söyleniyor. İstiklalin, Allah’a inanan milletin hakkı olduğu savunuluyor.